Yüklediğimiz anlamlarla, suçladığımız sistemlerle ve aradığımız dengeyle ilgili bir içsel yürüyüş bu.
Bazen bir kelimenin içine fark etmeden ne çok şey sığdırıyoruz. “Eril enerji” mesela. Duyunca bir duruyor insan. Sanki hepimiz biliyormuşuz gibi konuşuyoruz. Ama gerçekten öyle mi?
Ben bu kavramı ilk duyduğumda zihnimde beliren şey, güçlü ama sakin bir varoluştu. Kendine güvenen, sorumluluk almaktan kaçmayan, karşısındakine alan tanıyan bir duruş. Büyük büyük laflar etmeden, gösterişe kaçmadan ama tavrıyla belli olan bir enerji. Yani bir şeyleri ispatlamaya çalışan değil, zaten ne olduğunu bilen bir hâl.
Ama çoğumuzun zihninde bu kavram hâlâ sertlik, baskı, yön verme gibi çağrışımlarla dolu. Ve bu çağrışımlar bizi anlamaya değil, sınıflandırmaya götürüyor. Etiketliyoruz, eleştiriyoruz, bazen de öfkeleniyoruz. Oysa belki de en temel şeyi unutuyoruz: Aslında ne hakkında konuştuğumuzu.
“Eril enerji”, antik öğretilerde yin-yang dengesinin bir parçası. Dişil olan sezgiyi, akışı, içe dönüşü temsil ederken, eril yönü, eylemi, netliği, yapıyı temsil eder. Kadın ya da erkek olmakla ilgili değil bu. İnsan olmanın içindeki kutuplarla ilgili. Herkeste olan, olması gereken dinamiklerle.
Bugün eril enerji sanki sadece erkeklere aitmiş gibi anlatılıyor. Üstelik problemli bir şeymiş gibi. “Çok eril”, “toksik maskülen” gibi ifadeler, doğrudan suçlama hâline geldi. Oysa bu enerji tek başına kötü ya da baskıcı değil. Onu hangi niyetle ve nerede kullandığımız önemli.
Mesela duygularını göstermeyen bir erkek gördüğümüzde “çok eril” deyip geçiyoruz. Ama belki de o, çocukken duygularını bastırarak büyütülmüş biri. Belki hiç ağlamayı öğrenmemiş. Belki suskunluğu, aslında bir korunma şekli. Bu sadece erkekler için de geçerli değil. Güçlü ve kontrollü görünen birçok kadın da aslında “güvende hissetmeme” hâlinin sonucunda eril yönlerini öne çıkarmış olabilir. Ve sonra bu haliyle çatışır. Kendini yargılar. “Çok eril oldum” der.
Oysa bu bazen bir enerji fazlalığı değil, sadece yaşamın içinde gelişmiş bir hayatta kalma stratejisidir.
Bir diğer mesele de yüklediğimiz beklentiler. Kadınlar olarak bazen eril enerji üzerine konuşurken, erkeklere farkında olmadan bir yük bindiriyoruz: Hem güçlü olsunlar, hem duygularını göstersinler. Hem kararlı olsunlar, hem yumuşak. Hem korusunlar ama sahiplenmesinler.
Bu beklentiler arasında insan olmak zor. Ve belki de tam bu yüzden, eril enerjiye yüklediğimiz anlamları yeniden düşünmek gerekiyor. Onu bir bozukluk gibi görmek yerine, insanın içsel sistemindeki doğal bir yön olarak tanıyabilir miyiz?
Çünkü belki de mesele eril enerji değil, Bizim onu nerede ve neden aradığımızdır.
Bazen bir davranışı enerjiyle etiketliyoruz çünkü kelimelere dökemediklerimizi sınıflandırmak daha kolay geliyor. Ama ya aradığımız şey, aslında kendi içimizde eksik kalan bir parça ise?
Ne erkekleri suçlamaya, ne kendimizi yargılamaya gerek var. Sadece biraz daha dikkat, biraz daha içtenlik yeter.
Belki de denge, adını koymadan önce hissederek başlar.


Yorum bırakın