Hayat bazen planladığım gibi gitmiyor. Aslında çoğu zaman hiç öyle gitmiyor.
Ama artık bu “gitmeyişlerde” bir eksiklik değil, bir yön var.
Eskiden her şeyi düzeltmeye çalışırdım. Olanı, olması gerekene zorlayarak…
Oysa şimdi biliyorum: Her şey zaten olması gerektiği gibi.
Bu, pasif bir kabulleniş değil. Bu, müdahale etmeyi bıraktığında ortaya çıkan sade gerçek:
Zorladığım her şey ya kırılıyor ya beni kırıyor.
Beklentiler, niyetin önüne geçtiğinde, yol bulanıklaşıyor.
Artık su gibi davranmayı öğreniyorum. Gideceği yönü su bilir. Ben sadece akmayı hatırlamalıyım.
Kendimi sürekli bir şeylere hazırlarken yakalıyorum: Yeni bir karar, yeni bir ben, yeni bir düzen…
Ama aslında ne zaman bırakmayı denesem, yani hiçbir şeyi zorlamayıp sadece “olsun bakalım” desem, o zaman bir şeyler gerçekten yerli yerine oturuyor.
Belki bu yüzden en çok sustuğum anlarda bir şeyler netleşiyor.
Kelimeler değil, farkındalık netleştiriyor.
Artık her boşluk beni ürkütmüyor.
Biliyorum ki her boşluk aslında bir alan — içimde henüz dokunmadığım yerler için açılmış bir kapı.
Ait olmadığımı düşündüğüm anlar, beni aslında kendime çağıran işaretlermiş.
Yalnızlık, bir eksiklik değil; bazen bir buluşma alanıymış.
Kendimle.
Kimseye anlatmak zorunda değilim. Kimse anlamasa da olur.
Çiçek arının hayalini kurmaz. Çiçek açar.
Ben de artık hayata “beni fark et” diyerek değil, “ben buradayım” diyerek var oluyorum.
Ve hayatla kavga etmeyi bıraktığımda, sanki hayat da bana daha yumuşak davranıyor.
Fark ettim ki, bakış açım değiştiğinde dünya da değişiyor.
Oysa dışarda hiçbir şey değişmiyor belki.
Ama ben değişiyorum. Ve bu her şeyi değiştiriyor.
Görünmez şeylerin sesini duymaya başladım.
Bir kelimenin altındaki niyeti, bir sessizliğin içindeki çağrıyı, bir gecikmenin içindeki fırsatı…
Şimdi daha çok dinliyorum. Daha az yargılıyorum.
Ve belki de en çok buna ihtiyacım varmış:
Kendimi değiştirmeye çalışmadan, olduğum halimle kalabilmeye.
Zaman zaman yine zorlanıyorum.
Yokuşlar bitmiyor. Ama artık biliyorum;
Gülümsediğim an, yol yeniden başlıyor.


Yorum bırakın