Tutunmadan Yürümenin Cesareti


Bazen bir cümle gelip oturur içimize. Günlerce orada kalır, biz fark etmeyiz. Ta ki içimizde bir şeyin kırıldığını ya da tam aksine… hafiflediğini hissedene kadar.

Benim içimde uzun süre sessizce bekleyen cümle şuydu:
“Bırakmak, düşmek değildir.”

Uzun yıllar boyunca, elimden kaçan her şeyi bir kayıp saydım.
Terk edilen benliklerimi, koparılan hayalleri, sona eren ilişkileri…
Sanki elimde tutamazsam değersiz olurdu. Sanki tutunmazsam parçalanırdım.
Ama hiç fark etmediğim bir şey vardı:
Aslında parçalanan, tutundukça bendim.

Kendim için çıktığım hiçbir yol, haritalı değildi. Genellikle korkuyla, çoğu zaman yalnız, ama hep bir iç sesle adım attım. O iç ses bazen şöyle fısıldıyordu:
“Bu senin yolun. Kimse bilmek zorunda değil.”

Özellikle ait olmadığım yerlerde çok uzun kaldım. Beni tanımayan ellerde, görünmeyen bakışlarda, hep bir kendimi kanıtlama çabasıyla var olmaya çalıştım.
Ve sonunda şunu öğrendim:
Tutunmak, her zaman sevgi değildir. Bazen yalnızca korkudur.

Bir gün geldi, parmak uçlarımda yürümekten yoruldum. Herkes uyumasın diye sessizliğimi koruyordum ama kimse uyanmak da istemiyordu.
İşte o gün kendi içimde şöyle dedim:
“Bırak uyanan uyansın, ben artık kendimi uyandıracağım.”

Şu an sana bu satırları yazarken, geçmişteki o “hep dikkatli”, “sessizce uyum sağlayan” beni hatırlıyorum. Ve şunu çok net söyleyebiliyorum:
Kendine sadık kalmak, bazen çevreni kaybetmek anlamına geliyor. Ama çevre gidince, asıl merkez ortaya çıkıyor:
Sen.

Senin ne hissettiğin, ne düşündüğün, neye ihtiyacın olduğu…
Bu yazı, işte tam da orada başlıyor.

Çünkü her şeyin düzelebileceğini sanmak da bir yük. Ve fark ediyorsun ki aslında yükleri tek başına taşımanın kahramanlıkla ilgisi yok. Bu, yalnızca öğrenilmiş bir zorunluluk.
Belki sen de böyle öğrendin. Her şeyi idare etmeyi, herkesin huzuru için kendinden ödün vermeyi…
Ama artık bir şey değişiyor.
Senin huzurun da önemli.

Ve bu farkındalıkla birlikte gelen şey, bazen bir sessizlik değil, içten gelen bir gürültü oluyor:
“Ben buradayım.”
Bu, kendini ilk kez duymak gibi bir şey. Kendin olmanın gürültüsü.
Ve korkutucu değil, iyileştirici.

Ben çiçek açmaya karar verdim. Herkes gibi değil, kendim gibi açmaya.
Çünkü anladım ki başkalarının gözlerinden bakarak açmaya çalıştığım her çiçek, yapaydı.
Şimdi ben açtıkça, toprak nefes alıyor. Belki biri gelir ve benim çiçeğimden cesaret bulur.
Belki biri, kendi yoluna senin sayende çıkar.

O yüzden şunu hatırla:
Bırakmak, bir son değil. Kendine yer açmaktır.

Tutunduğumuz her şeyi bıraktığımızda, aslında kendimize tutunmaya başlıyoruz.
Sessizliğimizi bozmaya, varlığımızı görünür kılmaya…
Artık yürüyüşümüz duyulsun istiyoruz.
Ve evet, gün gelecek, ışıltılı bir gürültü koparacağız.

Korktuğun şey düşmekse, belki de tutunduğun şey seni zaten yere doğru çekiyordur.
Oysa tutunmadan da yürünebilir.
Ve tutunmadığında, düşmezsin.
Uçarsın.

Yorum bırakın