Her Uzaklaşma Bir Terk Ediş Değildir

Bazı zamanlar olur, ışıkları kısarsın, sesi azaltırsın, kalabalıkların arasından bir adım geri çekilesin gelir. Bir boşluğa değil, tam aksine kendine doğru bir yolculuğa çıkmak içindir bu sessizlik. Ama nedense bu dünyada sessizliğe izin yok. Gürültü norm, cevap zorunlu, anlaşılmak bir borç gibi dayatılıyor.

Benim de oldu öyle zamanlarım. Konuşmak istemediğim, anlatacak bir şeyim olmadığından değil, anlatmaya gücüm olmadığından sustuğum. Kalbimi toparlamak, kendime sorular sormak, kimi cevapların acıtacağını bilsem de o cevaplarla yüzleşmek için biraz kendi kabuğuma çekilmek istedim. Ama bu sessizliğim birilerini rahatsız etti. Sessizliğimden kendilerine hikâyeler yazanlar oldu.

Tanrılaşan Yakınlar: Her Şeyi Üzerine Alanlar

Ne zaman bir değişim ihtiyacıyla içe dönsek, bazı insanlar bunu kişisel bir reddediş sanıyor. Belki onlar için hayat, hep “birlikte” olmak zorunda; oysa ki bazen en büyük beraberlik, karşılıklı alan bırakabilmekte gizlidir.

Yakınların bizi sevme şekli bazen kontrol etmeye, kendilerini tanrılaştırıp her duygumuzu onlarla ilişkili sanmaya dönüşür. “Ben bir şey mi yaptım?”, “Bana kızdı mı?”, “Neden böyle oldu?” gibi sorularla, bizim içsel sessizliğimiz bir dramaya dönüşür. Belki de en büyük yorgunluğumuz, içsel değişimimize bile alan tanımayan ilişkilerimizdendir.

Bu durum özellikle duygusal sorumlulukların ağır olduğu aile ilişkilerinde daha çok görünür. Kendi ihtiyaçlarımızı dile getirmenin bencillik sayıldığı, kişisel alanın “kaçış” gibi algılandığı yerlerde büyüdüysek, sessizliklerimiz de birer tehdit gibi görülür. Oysa sessizlik bazen sadece nefes almaktır. Hiçbir yere gitmeden, sadece durmak…

Değişim Bir Tiyatroya Dönüşmemeli

Değişmek isteyen birinin hikâyesini seyirlik bir drama dönüştürmek, onu bir role sokmak kadar incitici bir şey yoktur. “Eskiden böyle değildin” diyerek başlar yargılar. “Ne oldu sana?” diye devam eder. Belki de en doğru soru şudur: “Ne olmak İSTİYORSUN?”

Bir insanın uzaklaşması, ona olan bağlılığımıza dair bir sınav değil; onun içsel ihtiyacına duyduğumuz anlayışla şekillenen bir dostluk sınavıdır aslında. Ve bazen, en büyük yakınlık, birini onun seçtiği sessizlikte sevebilmektir.

Bize öğretilen dostluk anlayışını da sorgulamak gerek. Hep orada olmayı mı gerektirir dostluk? Yoksa gerektiğinde sessizliğe eşlik edebilmeyi mi? Kimse değişmek zorunda değil ama değişen birine alan tanımak, insan olmanın zarafetlerinden biri.

Peki Ya Biz de Aynı Sessizliğe Çekilirsek?

Belki de bu yazıyı okurken, “Ben de bazen sadece susmak istiyorum” diyorsundur. Ya da biri sustuğunda hemen panik olup onu kaybettiğini sananlardansın. Her ikisi de insani. Çünkü öğrenmedik ki sessizliğin de sevgi içerebileceğini. Oysa susmak, bazen “Bu kadar yakınlaştık ki, biraz uzaklaşalım ki tekrar buluşalım” demektir.

Değişim süreçleri, sabır isteyen, çoğu zaman da anlaşılamayan yollardır. Ama bu yolları yürürken, sadece kendimize değil, yanımızda yürümeye çalışanlara da öğretiriz bir şeyleri. Belki de en çok bunu hatırlamaya ihtiyacımız var:

Herkes zaman zaman kendiyle kalmak isteyebilir. Bu bir sorun değil, bir davettir. Anlamaya, beklemeye, alan bırakmaya davet…

Ve eğer biri, sana karşı hiçbir düşmanlık taşımadan, sadece kendi iç dünyasına dönmek istiyorsa, ona darılmak yerine yanında yürümeyi teklif et. Belki konuşmadan, sadece varlığınla. Çünkü bazı değişimler sözcüklerle değil, sadece anlayışla büyür.

Yorum bırakın