Issız Adam Bölüm 2: Alper’in Hikayesi: Kaçışın ve Sessizliğin Öyküsü

İlk yazımda Ada’nın hikâyesine odaklanmıştım. Şimdi ise hikâyenin diğer ucundayız. Bu yazı, Alper’in sessizliğine, kaçışlarına ve içsel çelişkilerine bir yolculuk. Bu bir yargı metni değil. Bu yazı, sevilmeyi bilmediği için değil, sevilmeyi taşıyamayacağını düşündüğü için gidenlerin sessizliği üzerine…

Alper Kimdi?

Alper ilk bakışta özgür ruhlu, keyfine düşkün, günü yaşayan biri gibi görünür. Kendi düzeninde, kontrol edebildiği bir hayat kurmuştur. Bu düzenin içine biri girdiğinde—hele ki o biri Ada gibi sevgiyle dolu, adanmış biri olduğunda—o düzen sarsılır. Ve Alper’in içinde çok uzun zaman önce bastırılmış bir korku uyanır: Yetersiz kalma korkusu.

Onun yalnızlığı bir mağduriyet değil; duygusal yakınlığa karşı geliştirilmiş bir savunma halidir. Sevgiye dair yaşadığı çelişkilerin kaynağı tam olarak bilinmese de, filmde annesiyle olan ilişkisine dair bazı sahnelerde, aralarındaki mesafenin ve bastırılmış duyguların ipuçlarını sezmek mümkündür. Bu bağlamda, Alper’in bağ kurmakta yaşadığı zorlanmanın çocuklukta gelişmiş bir savunma mekanizması olabileceği düşünülebilir. Herkese yaklaşır ama kimseyle derin bir bağ kurmaz; çünkü bağ kurmak, onun için kontrol kaybı anlamına gelir.

Kaçıngan Bağlanma: Sevgiye Bir Adım Kadar Yakın, Bir Adım Kadar Uzak

Psikolojik olarak Alper’in davranışlarını kaçıngan bağlanma stiline oturtabiliriz. Yakınlık artmaya başladığında, onu bir tehdit gibi algılar. Çünkü yakınlık, onun için beklentiler, sorumluluklar ve özgürlüğün kaybı anlamına gelir. En derin noktada ise şu düşünce yankılanır:

“Sevildiğimde beklentiler artacak. Beklentileri karşılayamazsam, kırarım. Kırarsam sevilmem. O halde en iyisi, gitmek.”

Alper’in kaçışı, Ada’ya olan sevgisinden değil, o sevgiyi hak etmediğini düşünmesinden gelir. Sevgi dolu bir ilişkide bile kendi varlığını yük gibi görür. Bu yüzden “sen daha iyilerine layıksın” cümlesi, onun vicdanının en zarif kaçış formudur.

Ayrılık Anı: Donmuş Bir Kalbin Sessizliği

Ayrılık sahnesi, filmin duygusal olarak en çarpıcı anlarından biridir. Ada gözleri dolu dolu ama dimdik ayakta dururken, Alper’in içinde ise bir fırtına kopar. Yine de susar. Çünkü susmak, duygularını bastırmanın en tanıdık yoludur onun için.

Ve Ada orada o unutulmaz cümleyi söyler:

“Karda donmak üzeresin. Uyumak sana tatlı geliyor ama öldüğünün farkında değilsin.”

Bu söz sadece Alper’e değil, kendini duygusal olarak hissizleştirmiş herkese ayna tutar. Alper’in kaçışı, onun duygusal olarak “uykuda” olduğunu ve bu uykunun onu yavaşça bitirdiğini simgeler. O anda bile kalmayı değil, kaçmayı seçer.

Bir Tokanın Hikâyesi: Sessiz Bir Sevginin İzinde

Ayrılığın ardından Alper, Ada’dan geriye kalan küçücük bir şeyi—o toka parçasını—elinde bulur. Tokayı atmaz, bir kutuya koymaz, ortadan kaldırmaz… Onu cebinde taşır. Belki farkında bile olmadan her adımda Ada’nın varlığını yanında gezdirir. O toka, artık bir nesne değil; içinde yarım kalmış bir sevginin, dile getirilemeyen bir pişmanlığın, söyleyemediği tüm cümlelerin taşıyıcısıdır.

Sevgi her zaman büyük laflarla yaşanmaz. Bazen bir eşyanın suskunluğuna saklanır. Ve bazen, tutulan bir toka, aslında hiçbir zaman tam anlamıyla bırakılmayan bir sevgiyi anlatır. Ama o tutunma, bir geri dönüş çağrısı değildir. Sadece geç kalınmış bir kabulleniştir. Alper o sevgiye dönemez, ama onsuz da yürüyemez. Tokayla değil, Ada’yla vedalaşamaz.

Alper’in Hikâyesi: Kalmak Yerine Sessizce Seçmek

Alper’in hikâyesi yalnızca bir adamın değil; bağlanma korkusuyla sevdiğini kaybeden herkesin hikâyesidir. İçindeki çocuk hâlâ ürkekse, yetişkin taraf asla kalmaya cesaret edemez. Bu, sevilmeyi hak etmediğine inanan bir zihnin, sevildiği anda neden geri çekildiğinin cevabıdır.

Alper sevmiyor değildi. Ama sevilmek ona ağır geliyordu. Çünkü sevilmek, sorumluluk demekti. Beklenti demekti. Kendini eksik hisseden bir kalp, bu yükün altında kalacağını sanır.

Alper’i yargılamak kolay. Ama o bir kaçış değil. Donmuştu. Ve herkesin donduğu bir yer vardır. Sevgiyle ısınmak istemiştir belki ama… “uyumak tatlı gelmiştir.”

Son Söz: Kalmak Cesaret İster, Gitmek Bazen İçimizdeki Sessiz Bir Korkunun Fısıltısıdır

Alper bir gün döner mi, bilinmez. Ama döndüğünde, karşısında bıraktığı Ada yoktur artık. Aynı kadın değildir. Belki hâlâ içinde bir iz taşır, ama hayatının direksiyonuna geçmiştir. Kendi yolunu, kendi kalbini seçmiştir. Evlenmiş, taşınmış, bir çocuk büyütüyordur belki… Ve yıllar sonra eline geçen eski bir toka, sadece hafif bir tebessüm bırakır yüzünde—acıtmayan, yakmayan, artık sadece bir anıya dönüşmüş bir sevginin izinde.

Çünkü bazı aşklar, yaşanmak için değil; büyümek için gelir.

Alper’in hikâyesi, sevilmekten korkan birinin, sevgiyi korumak için ondan uzaklaşmasının hikâyesidir. Sevmiştir belki, ama sevdiğinde yetemeyeceğini düşündüğü için gitmiştir. Unutamamıştır, ama geri de dönememiştir. Çünkü bazı insanlar sever ama kalamaz. Ve bazı duygular, sadece sessizce taşınır.

Belki sen de bir gün, sevilmeye hazır olmayan birini sevdin.
Ve o sevgiyi taşımanın ne kadar ağır ama öğretici olduğunu öğrendin.

Şimdi biliyorsun:
Sevmek cesaret ister. Ama bazen… bırakmak daha çok cesaret ister.

Peki ya sen?
Hiç sevmekten vazgeçtin mi… sırf kalmak daha çok acıtıyordu diye?

Yorum bırakın